29 Eylül 2013 Pazar

KURBAN BAYRAMI


Kurban Bayramı 2013 tatili kaç gün? Kurban Bayramı'nda kaç gün tatil var?


Kurban Bayramı ne zaman? 2013 Kurban Bayramı ne zaman başlayacak ve ne zaman bitecek? Kurban Bayramı'nda kaç gün tatil yapılacak?

2013 Kurban Bayramı bilinmeyenleri...2013 Yılında Mübarek Kurban Bayramı 15 Ekim’de başlıyor 18 Ekim’de bitiyor. Kurban bayramı gelmeden kurban gündemi oluşmaya başladı.

Kurban Bayramı‘nda ise arefe günü 14 Ekim Pazartesi gününe denk geliyor. Bayram 15 Ekim Salı günü başlayacak, 18 Ekim Cuma günü ise sona erecek. Cumartesi ve Pazar günü de bayrama katılınca görünüşe göre, Pazartesi gününe kadar tatil devam edecek.

Kurbanlık İthalatı olur mu?

Et ve Süt Kurumu (ESK) Genel Müdürü İsmail Kemaloğlu, "Son hesaplamalara göre Kurban Bayramı için herhangi bir hayvan varlığı sıkıntısı görünmüyor. Dolayısıyla şu anda Kurban Bayramı için ithalat söz konusu değil" dedi.

Kemaloğlu,yaptığı açıklamada, Kurban Bayramı'nın Türkiye'deki et piyasasında çok önemli bir nokta olduğunu anımsatarak, büyükbaş hayvanların yüzde 28'inin, küçükbaş hayvanların ise yaklaşık yüzde 33'ünün Kurban Bayramı'nda kesildiğini kaydetti. Kurban kesimi sonrasında tüketicilerin etin bir kısmını stokladığı için belirli bir süre talepte azalma görüldüğünü belirten Kemaloğlu, bu durumun da et fiyatlarının artmasına engel olduğuna dikkati çekti. Türkiye'de son dönemde yaşanan et fiyatlarındaki hareketlenmenin, Kurban Bayramı'na kadar devam edebileceğini, daha sonrasında bir hareketlenme beklemediklerini ifade eden Kemaloğlu, "Bakanlığımız 3 milyon hayvanın Kurban Bayramı için hazırlandığı mesajını verdi. Son hesaplamalara göre Kurban Bayramı için herhangi bir hayvan varlığı sıkıntısı görünmüyor. Dolayısıyla şu anda Kurban Bayramı için ithalat söz konusu değil" diye konuştu.

"Yerli besicinin yanında"

İsmail Kemaloğlu, ESK'nin, besicilerin Kurban Bayramı'nda satamadıkları hayvanlarını daha önceki yıllarda aldığını, bu sayede üreticiye destek olduğunu hatırlattı. Kurumun piyasayı düzenlediğini ve yerli besicinin yanında olduğunu vurgulayan Kemaloğlu, şunları kaydetti:

"Bu manada ola ki besicilerin satamadığı, elinde kalan hayvanları almamız açısından hiçbir sorun yok. Et ve Süt Kurumu arz-talep dengesini gözeterek fiyat istikrarı sağlamaya uğraşıyor. Kurban Bayramı sonrası elde kalan, satılamayan hayvanlar için Kurumumuzun stoklama, kombina altyapısı müsait."

Hastalıklı kurbanlıklar için alınan önlemler

Başbakanlık kurban bayramına sayılı günler kala kurbanlık hayvanlarda aranması gereken şap aşısı zorunluluğunu, şap hastalığının en yoğun olarak görüldüğü illerden hayvan sevkiyatındaki aşı kağıdı zorunluluğunu kaldırdı. Bu şekilde Kurban Bayramında kesilecek milyonlarca hayvandan insana kolayca geçebilen şap hastalığı riski ortaya çıktı.

İnsan sağılığı için büyük tehdit oluşturabilecek tebliğin yayınlanma süreci şöyle başladı;

Diyanet İşleri Başkanlığı 20 Temmuz 2013 günü Resmi Gazetede 2013 yılı Kurban Hizmetleri Uygulanmasına Dair Tebliğ yayınladı.

Tebliğin 6. maddesi "Salgın hastalıklar açısından dikkat edilecek hususlar" başlığı altında düzenlendi. Buna göre kesilecek kurbanlık hayvanlarda salgın hastalık riskine karşı aranması gerekli koşullar düzenlendi.

ŞAP HASTALIĞININ İNSANA GEÇMEMESİ İÇİN YASAKLANMIŞTI

7. fıkra "Kampanya tarzı şap aşılaması yapılan illerden kurbanlık olarak sevk edilecek sığır cinsi hayvanlar sevklerinden en fazla 6 ay önce şap hastalığına karşı aşılanmış olmalıdır. Şap aşısı olmayan hayvanlara aşı yapılarak, aşı tatbik tarihinden sonraki 15 inci günden itibaren sevklerine izin verilecektir. Yapılan son aşılama uygulamasının üzerinden 6 ay geçmiş veya 15 gün geçmemiş hayvanların nakillerine yeterli koruma oluşmaması nedeniyle izin verilmeyecektir." şeklinde,

ŞAP HASTALIĞININ EN YOĞUN GÖRÜLDÜĞÜ İLLER İÇİN GETİRİLEN ZORUNLULUKTU

9. fıkrası ise "Erzurum, Artvin, Ardahan, Kars, Iğdır, Ağrı, Van, Hakkari, Şırnak, Mardin, Şanlıurfa, Gaziantep, Kilis ve Hatay illerinde sığır cinsi hayvanların şap hastalığına karşı şap aşısı ile aşılanıp aşılanmadığı kayıtlar ve aşılama makbuzları ile kontrol edilecek, veteriner sağlık raporunun ilgili bölümüne şap aşısının yapıldığı tarih, aşının seri numarası, aşılama-serumlama makbuzunun tarihi ve seri numarası yazılacaktır." şeklinde;

Kurbanlık hayvan işletmeleri ve hayvan sevkleri iel ilgili alınacak önlemlerin düzenlendiği 7. maddenin 8. fıkrası ise;

HASTALIKLI HAYVANLARIN KURBANLIK OLARAK TAŞINMASINA YASAK

"KKKS veri tabanında geçici kurbanlık hayvan satış yeri için her ilçeye bir işletme numarası tahsisi yapılmıştır. Kurbanlık olarak veteriner sağlık raporu verilen koyun ve keçi türü hayvanların, gideceği il/ilçenin geçici kurbanlık hayvan satış yerlerine veri tabanında mutlaka nakilleri yapılacaktır." şeklinde düzenlendi.

BAŞBAKANLIK TEBLİĞİ İLE BÜTÜN YASAKLAR KALDIRILDI

Ancak Başbakanlık, Diyanet İşleri Başkanlığının kurbanlık hayvanlardaki bulaşıcı şap hastalığına karşı aldığı önlemleri düzenleyen yasakları 7 Ağustostos tarihinde Resmi Gazetede yayınlanan 3 maddelik tebliğname ile kaldırdı.

Böylelikle Kurban Bayramında kesilecek yaklaşık 2 milyon büyük ve küçükbaş hayvanda şap hastalığı aşısı zorunluluğu aranmayacak.

Hayvandan insana geçen en kolay hastalıklar arasında bulunan şap hastalığı bulunan büyük ve küçükbaş hayvanlar kesilecek, dağıtılacak ve yenecek.

KURBAN BAYRAMI NEDİR, TARİHÇESİ

Kurban Bayramı (Arapça: عيد الأضحى; 'Īd al-'Adhā, Farsça: عید قربان; Eid-e Gorbān), Müslümanlar tarafından Hicri Takvime göre Zilhicce ayının onuncu gününden itibaren dört gün boyunca kutlanan bir dini bayram. Zilhicce ayının onuncu, on birinci ve on ikinci günlerine 'Eyyâm-ı nahr' (Kesme günleri) ve bir önceki gün olan Zilhicce ayının dokuzuncu gününe Arife denir. Kurban Bayramı, aynı zamanda İslam âleminin her yıl Mekke'de hac farizasını ifa ettikleri vakittir.

Kurban Bayramı, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan birçok ülkede dinî bayram olmasının yanı sıra resmî tatil ilan edilir. Ramazan Bayramı ile beraber İslam dinindeki en önemli iki bayramdan biridir.
Hicri takvim bir ay takvimi olduğu için yıllar güneş temelli miladi takvimden 11-12 gün kısadır. Bu nedenle Kurban Bayramı her sene 11-12 gün daha erken kutlanır. Yaklaşık 33 senede bir bayramı aynı tarihlere tekabül eder.

Istılahta, yani bir İslam dini terimi olarak Kurban, Allah’a yaklaşmak ve Allah rızasına ermek niyetiyle kesilen, kurban edilen, hayvan demektir. Kur'an'da geçen İbrahim peygamber ve oğlu İsmail ile ilgili kıssadan yola çıkarak, kurban kavramı, çok daha genel bir adanmışlığı, Allah için bireyin her şeyini feda edebilecek olmasını, Allah'a teslimiyeti ve ona karşı şükür içinde olmayı ifade etmektedir. Kur'an 'da Hac Suresinde geçen şu ayet, kurbanın islam inancındaki yerini özetler:

"Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Allah’a ulaşacak olan ancak, sizin O’nun için yaptığınız, gösterişten uzak amel ve ibadettir." (Hacc 22/36;37)

Tarihçe, Tanah'a göre İbrahim'in Eşi Sara'dan bir çocuğu olmuyordu ve İbrahim Sara'dan bir çocuğu olması durumunda bunu Tanrı'ya Kurban olarak adadı. Tanrı, "İshak'ı, sevdiğin biricik oğlunu al, Moriya bölgesine git" dedi, "Orada sana göstereceğim bir dağda oğlunu yakmalık sunu olarak sun.", 8-9-10-11-12-13: İbrahim, "Oğlum, yakmalık sunu için kuzuyu Tanrı kendisi sağlayacak" dedi. İkisi birlikte yürümeye devam ettiler. Tanrı'nın kendisine belirttiği yere varınca İbrahim bir sunak yaptı, üzerine odun dizdi. Oğlu İshak'ı bağlayıp sunaktaki odunların üzerine yatırdı. Onu boğazlamak için uzanıp bıçağı aldı.Ama RAB'bin meleği göklerden, "İbrahim, İbrahim!" diye seslendi. İbrahim, "İşte buradayım!" diye karşılık verdi. Melek, "Çocuğa dokunma" dedi, "Ona hiçbir şey yapma. Şimdi Tanrı'dan korktuğunu anladım, biricik oğlunu benden esirgemedin." İbrahim çevresine bakınca, boynuzları sık çalılara takılmış bir koç gördü. Gidip koçu getirdi. Oğlunun yerine onu yakmalık sunu olarak sundu."(Yaratılış: 22:2-8-9-10-11-12-13)

Kur'an metinlerinde bahsi geçen çocuğun "yumuşak huylu bir erkek çocuk" olmasından bahsedilip ismi belirtilmemiştir (Sâffât Sûresi: 101). Fakat genelde İsmail olarak tefsir edilir ve müslümanlar çocuğun İsmail olduğuna inanırlar.

Diğer İslami kaynaklara göre, İbrahim Peygamberin eşinin kısır olması nedeni ile bir çocuğu olmayınca (bazı rivayetlere göre 125 yıl Allah'a yalvarır, dua eder. Kendisinin ve eşinin yaşlı olduğu bir zamanda mucizevi bir şekilde oğlu olur.  Çocuk biraz büyüdüğünde, İbrahim peygamber rüyasında onu kurban etmesi gerektiğini görür. Oğluna "Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?” dedi. O da, “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın” der [2] Peygamberlerin rüyaları normal insanların rüyalarından farklı olduğundan bu bir emir olarak kabul edilmiş ve İbrahim peygamber oğlunu kurban etmeye götürmüştür [kaynak belirtilmeli]. Ancak Allah'ın emriyle bıçak çocuğu kesmez. [kaynak belirtilmeli] Bu esnada Cebrail kucağında bir koç ile gelir. Bu imtihan  başarı ile geçildikten sonra tüm İbrahimi dinlerde Zilhicce ayının 10. günü aynı şekilde kurban kesilerek kutlanan bayram olmuştur. İslam peygamberi, Hac gibi terkedilen İbrahim geleneği, tekrar hayata geçirmiştir.
Yıllar önce altınla borçlanan kişi günümüzde ödemeyi nasıl yapmalıdır?
Soru: Enflasyonla ilgili yazılarınızı okudum. Paranın değerinin değişmesiyle ilgili bir şey kafama takıldı. Parayı satın alma gücüyle değerlendiriyoruz. Peki, altın mal olarak mı görülüyor? Altın da yükselip düşüyor para gibi. Mesela, benim yakınım yıllar önce altın olarak borç almış, şimdi ise altın çok yükseldi. Nasıl ödeme yapması gerekir? Benim şahsi düşüncem yine alım gücüyle ilgili olması. Ama sizin yazılarınızda altın da mal sayılıyor. Altına göre para kıyaslanıyor. Bu altın borcu aynen gramıyla mı ödenmelidir? Peki, elde altın yoksa o zaman yıllar önce 3 milyar olan altını şimdi 15.000 liraya alıp mı ödeme yapacak? Burada bir haksızlık var. Öyleyse altın da paradır. Bir açıklama yapar mısınız?
Cevap: 
İki çeşit para vardır: Mal para ve itibari para.
Altın ve gümüş mal paradır. Yani onların paralık özelliği, değeri, onların özünden, yapısından, maddi niteliğinden kaynaklanır; değerleri gramına göre belirlenir.
Günümüzdeki yaygın kâğıt paralar ise itibari paradır. Onların değeri, sahip oldukları malın (kâğıdın) özelliğinden değil, onları piyasaya süren otoritenin ona yazdığı rakam (aynı ebattaki bir kâğıt paranın 10 TL, diğer bir kâğıt paranın 100 TL değerinde olması gibi) ve ülkenin ekonomik gücünden (yani temsil ettikleri mal ve hizmetlerden) kaynaklanır.
Dolayısıyla mallar borç olarak alındığında veya mallara dayalı olarak borçlanıldığında, o malların fiyatları değişse dahi gene o mallar aynı miktarla ödenmek zorundadır. Fakat itibari paraların değeri, temsil ettikleri mallara orantılı olduğundan onların değerleri de dayandıkları mallara göre hesaplanmalıdır.
Bu sebeple uzun süreli ödenmeyen borçlarda enflasyon farkının dikkate alınması tavsiye edilmektedir. Ama borçlanma altınla olmuşsa ödeme de aynı miktarda altınla olmalıdır. Mesela 100 gr. altın alınmışsa -değeri artsın veya azalsın- ödeme yine 100 gr altın olmak durumundadır.

Kurban

Kredi kartıyla kurban satın almak caiz midir?

Kurban kesmekle mükellef olan şahıs, satın alacağı hayvanın bedelini peşin olarak verebileceği gibi, vadeli veya taksitli olarak da verebilir. Bu bağlamda bedelin kredi kartıyla ödenmesi kurbanın sıhhatine engel teşkil etmez. Ancak kredi kartı borcunu, ödeme tarihinde ödemek ve gecikmeden kaynaklanan faizli işleme düşmemek gerekir. Kredi kartı ile taksitli kurban alırken, taksit yapma karşılığında bankaya ilave bir ücret ödenmesi durumunda ise, kesilen kurban geçerli olmakla birlikte, faizli işlem sebebiyle ayrı bir günah söz konusu olur.

Kurban

Kurbanın hükmü nedir?

Sözlükte yaklaşmak, Allah’a yakınlaşmaya vesile olan şey anlamlarına gelen kurban, dini bir terim olarak, Allah’a yaklaşmak ve O’nun rızasına ermek için ibadet maksadıyla, belirli şartları taşıyan hayvanı usulüne uygun olarak kesmeyi ve bu amaçla kesilen hayvanı ifade eder (İbn Abidin, Reddu’l-Muhtar, VI, 312). Kurban Bayramında kesilen kurbana udhiye, hacda kesilen kurbana ise hedy denir. Akıllı, hür, mukim ve dini ölçülere göre zengin sayılan mümin, ilahi rızayı kazanmak gayesiyle kurbanını kesmekle hem Cenab-ı Hakk’a yaklaşmakta, hem de maddi durumlarının yetersiz olması sebebiyle kurban kesemeyenlere yardımda bulunmaktadır (Serahsi, el-Mebsut, XII, 8; İbn Nüceym, el-Bahru’r-Raik, VIII, 197). Bu ibadetin ruhunda Hakka yakınlık ve halka fedakarlıkta bulunma anlayışı vardır. Mezheplerin çoğuna göre udhiyye kurbanı kesmek sünnettir (İbn Rüşd, Bidayetü’l-Müctehid, Mısır, 1975, I, 429). Hanefi mezhebinde ise tercih edilen görüş, kurbanın vacip olduğudur (Merğinani, el-Hidaye, IV, 70). Kurban, -fıkhi hükmü ne olursa olsun- Müslüman toplumların belirli simgesi ve şiarı sayılan ibadetlerden biri olarak asırlardan beri özellikle milletimizin dini hayatında önemli bir yer tutmaktadır. Kurban, bir Müslüman’ın bütün varlığını gerektiğinde Allah yolunda feda etmeye hazır olduğunun bir nişanesidir.

Namaz Çeşitleri ve Farzları

Vitir namazı nedir, nasıl kılınır?

Vitir namazı, yatsı namazından sonra kılınan üç rekatlı vacip bir namazdır. Vitir namazının her rekatında Fatiha ve ardından bir sure ya da birkaç ayet okunur. İkinci rekatın sonunda oturularak sadece tahiyyat duası okunur. Üçüncü rekatta kıraat tamamlandıktan (Fatiha ve ardından bir sure ya da birkaç ayet okunduktan) sonra eller kulaklara kadar kaldırılarak tekbir alınır ve kunut duaları okunur. Vacib olan bu namaz yatsı namazı kılındıktan sonra sabah namazının vakti girinceye kadar her hangi bir zamanda kılınabilir. Uyanabilecek olan kimsenin vitir namazını gecenin sonunda, yani imsak vaktinden bir müddet önce kılması daha faziletlidir (Müslim, Müsafirin 162; Tirmizi, Salat, 334). Ancak uyanamayacağı endişesinde bulunan kimse yatsıdan hemen sonra da kılabilir.   Vaktinde kılınamayana vitir namazının daha sonra kaza edilmesi vaciptir (İbnü’l-Hümam, Fethu’l-Kadir, I, 300-303).   Diğer mezheplere göre vitir namazı kılmak sünnettir (İbn Kudame, el-Muğni, II, 160-161).

Tasavvuf ve Ahlak

Tasavvuf” ne demektir?

Sözlükte “yün giymek, saf olmak” anlamına gelir. Tasavvufun pek çok tanımı yapılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: “Kötü huyları terk edip güzel huylar edinmektir”, “Hakk ile birlikte ve O’nun huzurunda olma halidir”, “tasavvuf, baştan başa edebtir”, “nefisten fani, Hak ile baki olmaktır”, “Hakk’ın seni sende öldürmesi ve kendisiyle diriltmesidir”, “temiz bir kalp, pak bir gönül sahibi olmaktır”, “herkesin yükünü çekmek, kimseye yük olmamaktır”, “kimseden incinmemek, kimseyi incitmemektir.” Tasavvufu her sufi içinde bulunduğu hale göre tanımlamıştır. Tasavvufu kısaca şöyle tanımlamak mümkündür: “Kişiye Allah’ı görürmüşcesine ibadet etme hazzına erişmesinin yolunu gösteren ilim.” Tasaavvufu bir hayat tarzı olarak benimseyen kimselere de sufi veya mutasavvıf denir

Zekâtın Mahiyeti, Hükmü ve Zekâta Tabi Mallar

Zekatın mahiyeti ve önemi nedir?

Zekat, dinen zenginlik ölçüsü kabul edilen miktarda (nisap) mala sahip olan kimselerin Allah rızası için muayyen kişilere vermesi gereken belli miktarı ifade eder. Zekatın sarf yerleri Kur’an’da ayrıntılı şekilde açıklanmış (Tevbe, 9/60), nisabı da hadislerde belirtilmiştir (Buhari, Zekat, 32, 36, 38, 43). Buna göre temel ihtiyaçları dışında nisap miktarı mala sahip olan kişi diğer şartlar da yerine gelmişse bu mallarının zekatını vermesi gerekir (Kasani, Bedaiü’s-sanai, Beyrut, 1997, II, 389 vd. ). Nisap altında 20 miskal (80. 18 gr), devede 5, sığırda 30, davarda 40’tır. Zekatın farz olması için şartlar; malların nami (Üreyici) olması, sahip olunduğu andan itibaren üzerinden bir yıl geçmesi, borcundan ve asli ihtiyaçlardan fazla olmasıdır.   Zekat hicretin ikinci yılında Medine’de farz kılınmıştır. Zekat, Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayette namaz ile birlikte zikredilmiş (Bakara, 2/43, 110; Hac, 22/78; Nur, 24/56); Hz. Peygamber (s.a.s.) de zekatın İslam’ın en temel ibadetlerinden biri olduğunu bildirmiştir (Buhari, Zekat, 1). Kur’an ve hadislerde zekatın ardı ardına zikredilmesi toplumların ruhi olgunluğa ulaşmasında bu iki ibadetin rolünü göstermesi bakımından son derece önemlidir. Kur’an-ı Kerim, iyiliğe erişmenin ve muttaki bir mümin olabilmenin ilk şartlarından birinin zekat vermek olduğunu ifade eder (Bakara, 2/177). Aynı zamanda zekat kurtuluşa eren müminlerin vasıflarından biridir (Mü’minun, 23/1, 4). Bütün bunlara ilaveten zekat vermek, Allah’ın rahmetini celbeden hususlardandır (A’raf, 7/156). Kısaca zekat, malı temizleyen ve manevi arınmaya vesile olan bir ibadettir (Tevbe, 9/103). Ayet ve hadislerde sıklıkla emredilen zekatı vermemek müşriklerin vasfı olarak görülmüş ve Kur’an’da bu durum yerilmiştir (Fussilet, 41/6-7).   Zekatın topluma dönük pek çok yararı da vardır. Mesela zekat, maddi gücü olmayanları kalkındırır, zengin ile fakir arasındaki uçurumu azaltır, zengin ile fakir arasında sevgi ve yakınlık doğmasına vesile olur. Bu yönüyle zekat toplumsal kenetlenmeyi artırır. Ayrıca toplumları bencillik ve kin gibi ahlaki hastalıklardan arındırır. Zekatın verileceği yerlerin toplumun her katmanındaki insanları kapsaması sosyal dayanışmanın da garantisidir.

Abdest

Güneş enerjisi ile ısıtılan su ile abdest almanın hükmü nedir?

Klasik fıkıh kaynaklarımızda güneş altında bırakılan bakır, tunç, alüminyum gibi kaplardaki su ile abdest almanın mekruh olduğu belirtilmektedir. Ancak bu hüküm, güneş altında bekletilen suyun baras (alaca) hastalığına sebep olacağını ifade eden bir rivayete dayandırılmaktadır (Zeylai, Tebyinü’l-hakaik I, 87; İbnü’l Hümam, Fethu’l-Kadir I, 56; Maverdi, el-Havi’l-kebir, I, 52). Bu hadis zayıf kabul edilmektedir (Beyhaki, es-Sünenü’l-kübra, Tahare 7; Darakutni, es-Sünen, Tahare 7; İbn Kudame, el-Muğni, I, 46). Yine kaynaklarda testi, küp, çömlek gibi topraktan yapılan kaplardaki su ile abdest almanın ise sakıncasının olmadığı belirtilmekte (Şirbini, Muğni’l-muhtac I, 19; Haşiyetü’l-Büceyremi ale’l-Hatib, I, 244); gerekçe olarak da bu kaplardaki suyun hastalığa sebep olmadığı gösterilmektedir. İmam Şafii de güneşte ısıtılan su ile abdest almayı sadece tıbbi açıdan mekruh gördüğünü ifade etmektedir (Şafii, el-Ümm I, 3). Ayrıca Şafii kaynaklarda, söz konusu hükmün, kaptaki suyun tabiatını değiştirecek derecede sıcaklığın yüksek olduğu bölgelerle alakalı olduğuna dikkat çekilmektedir (Şirbini, Muğni’l-muhtac I, 19).   Sonuç olarak güneş altında ısıtılan su ile abdest almanın uygun bulunmayışının gerekçesi bir hastalığa neden olmasıdır. Ancak günümüzde güneş enerjisi ile ısıtılan suyu kullanmanın bir sakıncası bilinmemektedir. Dolayısıyla böyle bir su ile abdest almak ve gusül etmekte dinen bir sakınca yoktur.

Gusül

Gusül ne demektir? Gusül abdesti nasıl alınır?

Gusül; cünüplük, hayız ve nifas gibi hükmi kirlilik hallerinden kurtulmak için yapılması gereken dini temizlik demektir. Kur’an-ı Kerim’de, “Eğer cünüp iseniz, iyice temizlenin (yıkanın)” buyrulmaktadır (Nisa, 4/43; Maide 5/6). Hz. Peygamber (s.a.s.)’in hadis ve uygulamalarıyla da, cünüplük halinde veya hayız ve nifas sonrasında gusletmek emredilmiştir, (Buhari, Gusül, 28; Müslim, Hayız, 87, 88). Sünnetleri de yerine getirilerek gusül şöyle yapılır: Gusletmek isteyen kimse niyet ederek besmele çeker. Ellerini yıkar, vücudunda bir necaset/maddi kirlilik var ise onu temizler, avret yerlerini yıkar. Sonra sağ eli ile üç defa ağzına su vererek iyice çalkalar, daha sonra üç defa burnuna su çekerek temizler ve namaz abdesti gibi abdestini tamamlar. Ağza su verirken suyu boğaza kadar ulaştırıp ağzı çalkalamak ve buruna su verirken de genize kadar suyu çekmek ise sünnettir. Sonra da, hiç kuru yer bırakmamaya dikkat ederek bütün vücudunu yıkar. Guslettiği yerde su toplanıyorsa, son olarak ayaklarını yıkayıp guslünü tamamlar. Göbek boşluğu, kulakların iç kıvrımları, küpe delikleri, bıyık, saç, sakal ile bunların diplerinin ıslanmasına özellikle dikkat eder. Nitekim hadislerde Peygamber efendimizin gusledişi şöyle tasvir edilmektedir: Peygamber (a.s.) cünüplükten (çıkmak için) yıkanacağı zaman, ellerini ve avret yerlerini yıkayarak başlardı. Sonra namaz abdest gibi abdest alır, parmaklarıyla saçlarının dibini hilaller, sonra da başına üç defa su dökerek bütün vücudunu yıkardı (Buhari, Gusül, 1; Ebu Davud, Taharet, 242).

Yemin ve Keffaret

Yemin ne demektir, dini hükmü/dindeki yeri nedir?
Sözlükte “kuvvet, sağ el” gibi anlamlara gelen yemin, dini bir kavram olarak bir kimsenin Allah’ın adını veya sıfatını zikrederek sözünü kuvvetlendirmesi demektir. Mesela “VAllahi şu işi yapmam”, “VAllahi şu yere gitmeyeceğim” şeklindeki beyanlar böyledir. Yemin etmek aslında mübah bir davranış olmakla birlikte, gereksiz yere yemin etmek ve onu alışkanlık haline getirmek doğru değildir. Sıkça yemin eden kimse sözüne Allah’ı şahit tutmuş ve kutsal değerleri sözünün doğruluğunu teyit için yıpratmış olur. Yerine getirilmesi mümkün ve mubah olan bir şeyi, ileride yapacağına veya yapmayacağına yemin eden kişi, bu yeminini yerine getirmelidir (İbn Abidin, Reddu’l-muhtar, III, 45, 46). Kur’an-ı Kerim’de, verilen sözün yerine getirilmesi hakkında “Yeminlerinizi koruyunuz.” (Maide, 5/89), “Allah adına yaptığınız ahitleri yerine getirin. Allah’ı kefil tutarak kuvvetlendirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızı bilir.” (Nahl, 16/91) buyurulur. Bu itibarla bir müslümanın yemin etmemesi, yemin etmişse bu, verdiği söze Allah’ı şahit tutmak demek olduğundan mutlaka yeminine bağlı kalması gerekir. Ancak farz veya vacip olan bir şeyi yapmamaya ya da haram ve günah olan bir şeyi yapmaya yemin eden kişinin, bu yeminini yerine getirmeyip keffaret vermesi gerekir. Dinen tavsiye edilen bir şeyi yapmamaya yemin eden kimsenin ise yeminini bozup keffaret ödemesi daha uygundur. Mesela, bir kimsenin borcunu ödememeye, bir müslüman kardeşiyle konuşmamaya, anne babasıyla aynı evde oturmamaya yemin etmesi gibi durumlarda yeminin bozulup keffaret ödenmesi tavsiye edilmiştir. Nitekim bir hadis-i şerifte: “Bir kimse bir şey için yemin eder, sonra da ondan hayırlısını görürse yeminini bozsun ve keffaret ödesin” (Müslim, Eyman, 11-19) buyurulmuştur. Yalan yere yemin etmek dinimizdeki en büyük günahlardan biridir (Al-i İmran 3/77; Nahl 16/91, 94, 95; Buhari, Eyman 16; Müslim, İman 220).

DUA

Dua nedir, nasıl yapılmalıdır?
Sözlük anlamı ile dua “çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek” demektir. Dini bir terim olarak dua ise, insanın bütün benliğiyle Allah’a yönelerek maddi ve manevi isteklerini O’na arz etmesi demektir. Temeli, insanın Allah’a halini arz etmesi ve O’na niyazda bulunması olduğuna göre dua, Allah ile kul arasında bir irtibattır. Duada daima tazim ve tazimle birlikte istekte bulunma anlamı vardır. Dua aynı zamanda zikir ve ibadettir. Böylece duada biri zikir ve saygı, diğeri de dilek olmak üzere iki unsur hep yan yana bulunur. Bu sebeple Hz. Peygamber (s.a.s.) “Dua ibadetin özüdür.” (Tirmizi, Deavat, 1) buyurmuştur. Aynı sebeple en önemli ibadet olan namaz, dua (salat) kelimesiyle ifade edilmiştir (En’am, 6/52; Kehf, 18/28). Diğer bir ayette de, “De ki; duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin.” (Furkan, 25/77) buyurulmak suretiyle insanın ancak Allah’a olan bu yönelişiyle değer kazanabileceği belirtilmiştir. Duanın sadece Allah’a yöneltilmesi; Allah’tan başkasına, putlara veya kendilerine üstün nitelikler izafe edilen başka yaratıklara dua ve ibadet edilmemesi hususu Kur’an’da ısrarla vurgulanmıştır (Şuara, 26/213; Kasas, 28/88).

DABBETÜ ARZ


ŞEHİD HIZIR HOCAEFENDİ


CÜBBELİ AHMET HOCAMIZ


ŞEHİTİM

Şehitler Aglıyor Anne Bugunde
Yüregim Kanar Dinmeyen Sancı
Ben Son Olayımda Anne
Vatan Sagolsun Düşmesın Bedenler
Kımi Evli Kimi Nişanlı Anne
Duydum Feryatını Şehitim Şehitlerim
Gökyüzünde 30 Binleriz Dinmeyen
Daglar Tanır Bizleri Şehitler Diye
Çıktıgım Yollar Mısrası Tukenmış
Şehitler Aglıyor Anne Bugunde
Teskereme Az Kalmıştı Annam
Bir Bayram Sabahı Gelicem
O Muberek Ellerinden Öpücem
Hatırladınmi Annam O Gunu
İşte Geldım Yorgun Argın
Kanlar Akıyor Genç Bedenden
Bir Bardak Suyum vardı Döküldü
Şehitler Ölmez Vatan Bölünmez
Su Daglardamı Mehmetçik Tükenmez
Ben Çizdim Kanla Ben Silerim
Ter Temiz Kanımla Annam
Dikilmiş Bir Bayrak Gibiyim
Rüzgar Estikçe Süzülürüm Semahlarda
Hakkari Tunceli Şırnak Diyarbakır
Tanır Bizleri Korkusuz Erleri
Şehitler Aglıyor Annam Bugunde
Bend Şehit Düştüm Vatan Surlarında
Dinmeyen Çeşme Olsada Kanım
Varsın Vatanım Bayragım Sagolsun 

SEHITLIGIN FAZILETI


Sehitlerin hayati hakkinda Hz. Allah söyle buyurur: Allah yolunda öldürülenlere'' ölüler' demeyin. Zira onlar diridirler. Fakat siz farkinda degilsiniz. [ Bakara,154. ] Bir diger ayette de söyle buyurmaktadir: "Allah yolunda öldürülenleri sakin ölüler sanmayin. Bilakis onlar diridirler, Rableri katinda riziklandirilmaktadirlar." [ Âl-i Imran, 169.]
SEHITLIGIN FAZILETI

1. SEHITLIK MANEVÎ BIR MAKAMDIR
Yüce Allah, övgüye laik kisilerden söz ederken, bir seref olarak beraber olacaklari kisileri söyle saymaktadir: Kim Allah’a ve Resule itaat ederse, iste onlar, Allah’in kendilerine lütuflarda bulundugu peygamberler, siddiklar, sehitler ve salih kisilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadastir. [ Nisa,.69]

2. HZ. PEYGAMBER SEHIT OLMAYI ARZULAMISTIR.
Hz. Peygamber söyle diyor: Muhammed’in nefsi kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, ne kadar isterdim Allah yolunda gaza edeyim, öldürüleyim, bir daha gaza edeyim yine öldürüleyim.. [ Müslim, Imare, 103, 137; Ibn Mace, Cihad, 1; Müsned, II, 231, 384; Muvatta, Cihad, 27, 40.] Bir baska hadiste de, Allah yolunda öldürülmem, evlerde ve çadirlarda (yani dünyada ne varsa) yasayanlarin benim olmasindan daha sevimlidir, [ Nesei, Cihad, 30; Müsned, IV, 216.] buyurmaktadir.

3. SEHIT GERIDE KALANLARA MÜJDE VERIR
Kur’an-i Kerim bu konuyu söyle dile getirmektedir: Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma; hayir (onlar) diridirler, Rableri katinda riziklanmaktadirlar. Allah’in keremiyle kendilerine verilenlerden sevinçli olarak, arkalarindan henüz (sehit olup) kendilerine yetisemeyenlere de korku olmadigi, onlarin da üzüntüye ugramayacaklari müjdesiyle sevinmektedirler. Allah’in nimet ve keremiyle ve Allah’in müminlerin ecrini zayi etmeyecegi müjdesiyle sevinirler.” [Al-i Imran,169-171]
Ayetin nüzul sebebi olarak söyle bir olay nakledilmektedir: Hz. Cabir anlatiyor: “Babam Amr b. Haram Uhud günü sehit edilince, Hz. Peygamber, bana, “Cabir! Allah’in babana ne muamele yaptigini haber vereyim mi?” dedi. Ben, “buyur ey Allah’in Resulü” dedim. Bana sunlari anlatti: “Yüce Allah, ancak bir vasitayi araya koyarak insanlarla konusur. Oysa babanla yüz yüze konustu ve “Ey kulum! Benden dile, istegini vereyim!” dedi. Baban, “Allah’im! Beni dirilt, Senin yolunda tekrar öleyim!” dedi. Allah, “Ben daha evvel kesin karari vermis bulunuyorum, ölenler artik dün¬yaya dönmeyecekler,” dedi. Baban, “Allah’im! Öyle ise, geride kalanlara (durumumun iyiligini) haber ver,” dedi. Bunun üzerine Cenab-i Hakk bu âyetleri indirdi.” [ Ibn Mace, Cihad, 16. ]

4. CENNETE GIRENLERDEN SADECE SEHIT GERI DÖNMEK ISTER
Hz. Peygamber bu istegi söyle anlatiyor. Dünyada olan bütün güzellik ve zevkler cennette oldugu için, oraya giren hiç kimse dünyaya geri dönmek istemez. Ancak sehit böyle degildir. O, mazhar oldugu ikramlar ve kendisine sunulan nimetler nedeniyle yeryüzüne dönüp on kere sehit olmayi arzu eder. [ Buharî, Iman, 25; Müslim, Imaret, 108, 109; Tirmizî, Fedailu’l-Cihad, 13; Neseî, Cihad, 30.] Diger bir hadiste ise sunlari görüyoruz: Sehitlerin ruhlari, yesil kuslar seklinde cennette diledikleri gibi dolasirlar. Daha sonra, Allah’in arsina bagli kandillere konarlar. Onlar bu durumda iken Allah onlara, “dileyin benden ne dilerseniz!’ der. Sehitler, “Rabbimiz! Ne isteyebiliriz ki, cennetin her yerini diledigimiz gibi dolasiyoruz!” derler. Mutlaka bir seyler istemeleri konusunda teklif gelince onlar söyle derler. “Ruhlarimizi cesetlerimize tekrar geri gönder. Senin yolunda ölelim.” Bunun disinda bir sey istemedikleri görülünce (rahat) birakilirlar.” [ Ibn Mace, Cihad, 16.]

5. KABIR AZABI VE IMTIHANINI GÖRMEZ
Sehit, hem meleklerin sorgusundan hem de buna bagli olarak kabir azabindan muaftir. Hadiste konu söyle dile getiriliyor: Bir adam Hz. Peygamber’e, “Neden müminler kabir sorgusuna tabi oluyorlar da sehitler muaf oluyor?” diye sorunca, O su cevabi verdi: “Sehit edildiginde, basi üstünde olusan kiliç pariltilari/sakirtilari imtihan olarak yeter!” [ Tirmizî, Fedailu’l-Cihad, 2; Neseî, Cenaiz, 112.]

6. ÖLÜM ANINDA FAZLA ACI ÇEKMEZ
Cabir b. Abdullah'in, Hz. Peygamber'den rivayet ettigi su hadîs-i serif konuyu aydinlatmaktadir: Israil ogullarindan bir grup insan, bir mezarliga ugrarlar. Aralarindan birisi, "Allah' a yalvarsak da, bu ölülerden birini diriltse, biz de bazi seyler sorsak," teklifini yapar. Allah'a dua ederler. Derken saçi-sakali karismis, alninda secde izi bulunan bir adam mezardan çikarak, "Benden ne istiyorsunuz? Ben elli sene önce ölümü tattim, hala acisini içimde hissediyorum" der. [ Ahmed b. Hanbel, ez-Zühd, 16,17. ]
Hz. Peygamber'in vefati aninda, yaninda bir su kabi vardi. Elini suya batirip mübarek yüzlerine sürerek, "Allah'im! Ölüm sekeratini bize kolaylastir!" diye dua etti. Hz. Fatima, "Babacigim! Ne acilar çekiyorsun!" diye aglayinca Hz. Peygamber, "Bugünden sonra baban aci çekmeyecektir." cevabini verdi. [ Neseî, Cenâiz, 6; et-Tirmizî, Cenâiz, 8] Baska bir hadiste de sehidin acilari duymadiklari müjdelenir: Sehit, sehit oldugu sirada, sizden birinizin, sinek isirmasi neticesinde olusan kizariktan (veya bir çimdikten) duydugu aci kadar bir aci duyar. [ Tirmizî, Fedailu’l-Cihad, 26]

7. CENNETLE MÜJDELENMISTIR
Hz. Peygam¬ber, “Kim cennetliktir?” sorusuna su cevabi verdi: Peygamberler, sehitler, çocuklar ve (cahiliyede) diri diri gömülen kizlar. [ Ebû Davud, Cihad, 27] Sahabeden bir zat, Uhud savasinin kizistigi bir anda, elinde yemekte oldugu bir kaç hurma ile Hz. Peygamber’e geldi ve “Ölürsem nereye giderim?” dedi. Hz. Peygamber tek bir kelimeyle: “Cennete!” buyurdu. Bunu duyan kahraman, elindeki bir kaç hurmayi yemek için geçecek bir süre cennetten geri kalmak istemedigi için, onlari hemen yere firlatti ve müsrik saflarina dalarak sehit edilinceye kadar kahramanca savasti. [ Buhari, Megazî, 88.]

8. HZ. PEYGAMBER SEHITLERE “KARDES¬LERIM” DIYORDU
“Hz. Talha anlatiyor: “Bir gün Hz. Peygamber’le disari çikmistik. Taslik olan bir yere vardik. Orada bir kaç mezar vardi. “Ey Allah’in Resulü, bunlar kardeslerimizin mezarlaridir,” dedik. O, “bunlar arkadaslarimizin mezarlaridir,” cevabini verdi. Sonra, sehit olanlarin mezarlarina geldik. Hz. Peygamber, “Iste kardeslerimizin mezarlari bunlardir,” buyurdu.” [ Müsned, I, 161; Ebû Davud, Menasik, 96.]

9. SEHIDE VERILEN ALTI MÜKÂFAT 
Bir hadis-i serifte, sehide verilen alti mukafat bir arada, su sekilde sayilmaktadir: “1.Kani ilk aktigi anda günahlari af olur. 2.O anda cennetteki güzel yerini görür.3.Kiyametin dehsetli kopusundan emin olur. (Enbiya, 21/103) 4.Kiyamet günü basina, degerli taslardan yapilmis ve içindekilerle beraber dünyadan daha degerli olan bir taç konur. 5.Kendisine yetmis iki huri nikâhlanir. 6.Akrabalarindan yetmis kisiye sefaat eder.” [ Tirmizî,Fedailu’l-Cihad, 25; Ibn Mace, Cihad, 16; Müsned, IV, 131, 200.]

10. SEHIT YARASI VE KANIYLA HASIR MEYDANINA GELIR 
Hz. Peygamber söyle haber veriyor. “Hayatim (kudret) elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda yaralanan kimse ki, Allah kendi rizasi yolunda yaralanani bilir kiyamet gününde (yarali hâliyle) kani, kan renginde yarasindan akarak, kokusu da misk kokusu (saçarak hasir meydanina) gelir.” [ Buhari, Vudu’, 68, Cihad, 10, Zebaih, 31; Müslim, Imare, 103, 105; Tirmizî, Fedailu’l-Cihad, 21.]

11. SEHITLIK ÇOK AMELE BEDELDIR 
Sahabeden Bera b. Azip anlatiyor: “Uhud savasi sirasinda, Hz. Peygamber’e, yüzü demir zirhla örtülü bir adam geldi ve “Ey Allah’in Resulü! Hemen savasa katilip sonra mi Müslüman olayim?” diye sordu. Hz. Peygamber, “Hayir. Önce Müslüman ol sonra savas.” buyurdu. O adam hemen Müslüman oldu, savasa katildi ve sehit edildi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Az (amel) isledi fakat çok kazandi!” buyurdu.” [Buhari, Cihad, 13; Müslim, Imaret, 14.]

12. BERZAH HAYATI BOYUNCA CENNET NIMETLERINDEN YARARLANIR
Hz. Peygamber de, sehitlere yesil kuslar seklinde bedenler verildigini, bunlarin bazen Allah’in Arsina tutunduklarini, cennet nimetlerinden yararlanarak kamil anlamda zevk ve lezzet aldiklarini, diledikleri gibi dolastiklarini beyan etmektedir. [ Timizî, Fedailu’l-Cihad, 13; Darimî, Cihad, 18; Müsned, VI, 386. Muvatta, I, 240.]

13. SEHIT SEFAAT EDER
Hz. Peygamber, sehitlerin sefaat edeceklerini söyle müjdelemektedir: Kiyamet günü, üç grup sefaat edecektir: Peygamberler, âlimler ve sehitler. [ Ibn Mace, Zühd, 37. ] baska bir hadiste de sunlari söylemistir: Kiyamet günü nebiler ve siddiklar sefaat ettikten sonra sehitler çagirilir, onlar da diledikleri kadar sefaat ederler! .” [ Müsned, I, 5.]

14. KUL HAKKI DISINDA BÜTÜN GÜNAHLARI AFFOLUR 
“Allah yolunda öldürülürsem günahlarim affolur mu?” seklinde soru soran bir sahabeye Hz. Peygamber, “Evet. Eger sabrederek, sevabini Allah’tan bekleyerek ve öne atilip geri kaçmayarak öldürülsen günahlarin affolur.” cevabini verdi. Biraz bekledikten sonra, soru soran kisiye, “Ne sormustun?” dedi. Soruyu tekrarlayinca ona, “Evet, ancak borç hariç. Bu noktayi Cebrail bana haber verdi.” buyurdu. .” [ Müslim, Imaret, 117; Muvatta, Cihad, 3; Neseî, Cihad, 32]
Baska bir hadiste de söyle der: Borç disinda, kara sehidinin bütün günahlarini affeder. Deniz sehidinin ise, borcunu da affeder. .” [ Ebû Davud, Cihad, 10; Ibn Mace, Cihad, 10.] Diger bir hadiste de Hz. Peygamber, Kiliç hatalari siler süpürür. buyurmus, ancak nifaki (münafikligi) istisna etmistir. .” [ Müsned, IV, 185; Darimî, Cihad, 19.]


15. EHL-I KITABIN VURDUKLARINA IKI SEHIT SEVABI VARDIR
Bir kadin, savasta sehit olan oglunun durumunu sormak üzere Hz. Peygamber’e geldi. Efendimiz ona sunu söyledi: Oglun iki sehit mükâfati elde etti. Çünkü onu Ehl-i Kitap sehit etti. .” [ Ebû Davud, Cihad, 8]

TEFEKKÜRÜN KAPİSİ ZİKİRDİR..

TEFEKKÜRÜN KAPİSİ ZİKİRDİR..

Habibim de ki:’Bakın göklerde ve yerde neler var.Fakat bunca ayetler ve azabla korkutmalar iman etmeyen kavimden azabı defedemez.”(Yunus 1001)

İnsanın baktığı vakitte ibret alması lazımdır.Nesefi tefsirinde bu ayetin izahında bir hikaye nakledilir.Beni İsrail’de bir kimse 30 sene devamlı Allah’a ibadet ettiği zaman kabul olduğuna işaret olmak üzere, onu bir bulut gölgelerdi.İçlerinden bir genç de bu vazifeyi ifa etti.Ancak bu gencin başında bulut hasıl olmadı.Bu durumu gören annesi:”Oğlum! Belki bu müddet zarfında günah işledin”. dedi.Genç çocuk ise ”hatırlamıyorum” diye cevap verdi.
O zaman annesi:”Oğlum belkide sen bir kere olsun göklere baktında ibret almadan gözlerini geri çevirdin.” dedi.Genç buna cevaben:”Belki olabilir” deyince annesi:”İşte bulut hasıl olmadıysa bundan sebep olmamıştır” dedi.

Kulluğun ne derece ince olduğunu anlamak gerekir.Bazılarına göre zannediliyor ki rahat rahat kanepelerde oturmakla, lüks yataklarda yatmakla, lezzetli yemekler yemekle, çeşitli meşrubatlar içmekle iş bitiyor…Halbuki kulluk islama göre çalışmakla olur. devamı için ->

Kadının biri bir gün oğlunu Şah-ı Nakşibendi (kuddise sirrahu) Hazretlerinin yanına götürdü.Kendisinden onu yetiştirmesini rica etti.Nakşibendi Hazretleride kabul etti.Bir zaman geçtikten sonra kadın oğlunu ziyarete gitti.
Gördü ki oğlu bir hasır üstünde zikir halinde, Nakşibendi Hazretleri ise başkabir oda da, önünde pişirilip konulmuş bir tavuktan yiyordu.Ana kalbi değil mi? Kadın bir anda bir tuhaf oldu ve dedi ki:”Efendi Hazretleri benim çocuk hasırlar üzerinde, sen böyle rahat rahat yemek yiyorsun.” O zaman bir keramet vuu buldu.Tavuk canlandı ve dile geldi ”Senin çocukta böyle şeyler zuhur edecek hale gelsin, o da tavuk yesin ve has yerlerde otursun”.

Kemale erdikten  sonra has yerlerde oturmak insana zarar vermez.Ondan evvel çalışması lazımdır.Yoksa ahirette çalışması lazımdır.Yoksa ahirette zararlı çıkar.Bir hadis te:
Dünya ahiretin ziraat tarlasıdır” buyuruluyor.Dünyada o tarlayı ekmeyen yerın ahirette nasıl harman biçecek.Sen kulluk vazifelerini icra etmen gereken yerde yatarsan, yuvarlanırsan, oynarsan, ekilecek ekinleri ekmezsen, yapılacak ziraatları yapmazsan ne ümitle ahirette harman biçmek ümidini taşıyorsun.

Dünyada herkes ekerken, bir adam kaldırım mühendisi gibi sokaklarda gezerse, herkes hasat biçerken, o da hasret ve nedamet biçer.Allah’u Teala bu ayetleri niçin duyuruyor bizlere? Sonra duymadık demeyelim diye.Ama tefekkür etmek kolay şey değildir.Ancak akıl sahibi olanlar tefekkür edebilir.Bu akıl sahipleri de kimlerdir?Bunun cevabını şu ayeti kerime veriyor:
O akıl sahipleri öyle kimselerdir ki ayakta iken, oturur ve yanları üzere kemali edeple yatarken Allah’ı zikrederler.(Bunlar bu zikrullaha devam ettikçe kalpleri, ruhları uyanır ve dirilir.Ne zaman ki tam uyanırlar)göklerin ve yerlerin yaratılışını tefekkür ederler”(Ali İmran 191)

Düşünmek nereden geldi biliyormusunuz?Zikrullahtan.Tefekkürün kapısı zikrullahtır.Eğer öyle olmasaydı:
Allah’ı zikretmek en büyüktür”(Ankebut 45 den) buyurulurmuydu.
Zikrullah ufak şey olsaydı bize şu yaetteki gibi bildirilirmiydi?
Beni zikredin ki bende sizi zikredeyim”(Bakara 152 den)

Mevla Teala’ya bizi zikrettiren mesele ufak olur mu?Mevla bizi zikrediyor.Peki bu en büyük devlet değilmidir?Şu halde tefekkür etmek muhakkak lazımdır.Çünkü bu ayetleri okuyupta tefekkür etmeyenlere yazıklar olsun buyuruluyor.Bu tehlikeden kurtulmak tefekkür etmeye bağlıdır.
Tefekkür edebilmek için de ayakta, oturarak, yan üzeri kemali edeple yatarken yani her halde Allah Teala’yı zikretmek gerekir.İşte akıllı insanlar bunlardır.Ne hakkında tefekkür ederler?Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler.
Zikrettikçe bunların kalbi dirilir.Düşünmeye başlarlar ki, bu kainat bir dürbün gibi olup, kullara Mevla ile aralarında perde olmaktan kalkar.Sanki Mevla ile yüzüyüze gelirler.Bu yüzyüze tabiri ibare darlığındandır.Mevla mekandan münezzehtir. Onun şeklini düşünmeyelim.

Zikir yapa yapa kul bu dereceye gelince Rabbine münacaata başlar:
Ey Rabbimiz sen şu yerleri ve gökleri ve içindeki eşyayı boşuna yaratmadın.Artık sen bizi cehennem ateşinin azabından muhafaza et”(Ali İmran 191 den)

Gördünüz mü?İnsan Mevla ile sohbete başlıyor.Mevla Teala ile sohbet etmek kolaymıdır?Allah-u Teala ile sohbet edebilmenin, o dereceye yükselebilmenin kapısı zikrullaha dayanır, boş konuşmakla hiçbirşeye ulaşılmaz.

BİR BARDAK SUTTE TEFEKKUR

BİR BARDAK SUTTE TEFEKKUR

Bir adam İmam-ı Rabbani Hazretlerine kendisini şikayet ediyor:”Kuran-ı kerim’den her manayı anlayamıyorum” diyor.İmam-ı  Rabbani Hazretleri o zaman buyuruyor ki:”Anlayamayınca ben acizim, bilmiyorum deyiniz.”

   Ben yetmiş yaklaşıyorum (90 lı yıllar), daha anlamadığım şeyler var.Kuran-ı kerimin başına senelerce otur kalk, otur kalk şimdi anlamaya başladım.Efendimiz bir hurma dikti hemen oldu.Mevla Teala dilerse hepimizi böyle yapar ama bize teenni (acele etmemeyi) öğretiyor.
   İnsan, Allah’ın kapısını tek başına kendisi çalsa olmuyor.Bir mürşid bulup onun vasıtasıyla Mevla’ya vasıl olmak lazım.

AYETİ CELİLEMİZ
   Şimdi okuyacağımız ayeti kerimeyi Ali Haydar (kuddise sirrahu) Efendi Hazretleri bize 40 sene boyunca sık sık okudu fakat biz ancak lugat manasını anlayabiliyorduk.Demek batıni manasını anlamak için daha çok seneler lazımdı.  devamı için – >>

   ”Gerçekten süt veren hayvanlarda da size bir ibret vardır.Size onların karnındaki işkembe pisliği ile kan arasından halis bir süt içiriyoruz ki, içenlerin boğazından afiyetle geçer.”

   Ayette geçen (Ve inne leküm) ”Muhakkak sizin için vardır” diyoruz.”Vardır” kelimesi nereden çıktı? (küm) lafzının başında bulunan (lam) harfi cerdir.Her harfi cerrin de mutlaka alakalı olduğu (bağlı bulunduğu) bir fiil vardır ki, buna müteallak denir.
  İşte bu müteallak, (kane, hasale, sebete, istegarra, vega’a, vecede) umumi fiillerden olup mahfuz ise car ve mecrura ”zarfı müstekar” ismi verilir.Bu kelimedeki (lam) harfi cerinin müteallakı da gizli olan (kane) fiilidir ki, ”vardır” manası ondan çıkar.

   Bunları Allah için bilmek büyük şeydir.Gurur için bilmenin ise hiçbir faidesi yoktur.Şeytanda neler biliyordu.
   Ya Rabbi! Bizi, senin rızan için ilim taleb edenlerden eyle.Amin!.

   Düşünmek lazım.Kim düşünür? İnsan.Kim düşünmez? Değirmen harkı!..İnsan bir bardak süt içeceği zaman da ”bunu kim, nerede yarattı” diye düşünür.İnsanın boğazını değirmen harkı gibi olmaktan ayıranda işte bu tefekkürdür.
   Peygamber Efendimiz (Sallahu Aleyhi ve Sellem) hira dağındaki mağarada ibadet ederken Cebrail(aleyhisselam) kendi suretinde olduğu gibi ona göründü.Peygamber (Sallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz büyük bir dehşete kapıldı.
   Cibril-i Emin kendisine:”Oku!” dedi.Efendimiz (Sallahu Aleyhi ve Sellem) :”Ben okuyucu değilim” buyurdu. Bunun üzerine Cibril-i Emin onu sıktı ve tekrar ”Oku!” dedi.Bu olay üç defa tekerrür etti.
   Tabiinden birisi, buradan, gerektiğinde Hocanın talebesine biraz sertçe muamele edebileceği manasını çıkartmıştır.Tabii aşırıya kaçmamak şartı ile.
   Bu zamanda dayağın yerini yalvarmak almalıdır.Amma talebe içinden hocasına:
   Hoştur bana senden gelen
   Ya goncagül yahut diken
   Yahut hil’at yahut kefen
   Lütfunda hoş kahrında hoş

   Musa (aleyhisselam) ile hızır (aleyhisselam) arasında geçen kıssada geminin tahtasının koparılması güzeldi, çocuğun ölmesi güzeldi.Fakat ulülazim bir peygamber bile buna sabretmeye dayanamadı.Sabretmek kolay değil.

   Ayeti kerimedeki (en’am) kelimesi, (nea’m ) kelimesinin cemisidir ki sağmal hayvan olan deve, koyun, keçi ve ineklere denir.

   İslami ilimlere çalışmaya başlayan yavaş yavaş bunlara alışır.Mevla onu mahrum etmez.Birbirinizin ilim tahsiline sebep olun.Bir kişi ilme kanca gibi takıldımı devam eder.”Kim sebat ederse, biter” ibaresinin gereğince devam ederse muhakkak bir şey hasıl olur.

   Allah-u Teala, insanlara sağmal ineğin karnından çıkan sütü içirir ki, o süt, kan ile hayvanın karnındaki fena şeylerin arasından geldiği halde ne kanın renginden, ne de fena şeylerin kokusundan bir eser görülmez.Berrak halis ve içenlere hazımı gayet kolay, boğazdan geçmesinde de asla güçlük olmaz.Halbuki bu hayvanların yedikleri ot, yonca, yulaf vs.. idi.

   Tefsiri Hazin’de ve Medarik’te beyan olunduğu vechile hayvanat, yemini yiyip karnında hazmedince üç kısım olur.Binaenaleyh midenin altında yediklerinin tortusu, onun üstünde sütün maddesi ve onun üstünde kan maddesi bulunur.Bundan sonra tortu kazurata ve süt süte mahsus olan damarlar memeye ve kan ciğer vasıtasıyla sair damarlara sevk olunduğu İbn-i Abbas Hazretlerinden mevridir.

   Fahreddinüi Razi, hükemadan başka tarifler nakletmiştir.Netice de hayvanın yemiş olduğu yemin midede hazmından sonra bir taksimat muhakkaktır.Ancak o taksimat gerek İbn-i Abbs hazretleri’nin dediği, gerek hukemanın dediği gibi olsun.Her ne suretle olursa olsun sütün kanla mide de kalan tortu halis ve safi olarak ayrılmasında yaratıcı olan Allah’ın kudretine çok deliller vardır.Çünkü süt ve kanla geride kalan tortunun maddesi yem olduğunda şüphe yoltur.Bunların arasından, isanlara faydalı olan sütün saf ve tertemiz olarak nasıl çıktığını beşer idrak etmekten acizdir.

   Bakın!..Cenab-ı Hak posa ile kan arasından süt çıkarıyor.Aralarında Allah’In kudretinden perde var ve biri diğerine karışmıyor.
   İşte Mevla Teala buyuruyor ki:Ben size posa ile kan arasından halis süt çıkarıyorum.Sizde posa gibi nefis ile kan gibi şeytan arasından halis ibadet çıkarın.